cogalmak isterken azaliyorum gibi bu aralar. cikmak isterken batmak gibi.
bazen de hic birsey yapmadan bakiyorum etrafima, insanlara.
bugün yine hep gittigim cafe de gecirdim ögle paydosumu. kitabin bir yerinde takili kaldim.
ayni cümleyi kac kez okudugumu hatirlamiyorum. o kadar cok okudum ki o cümleyi, okudukca anlamini yitirmeye basladi kelimeler. bu oyunu sIk yaparim. birbirine benzeyen iki kelimeyi ardarda tekrarlarken hangisinin ne anlama geldigini unuturum.
bknz: pencere ve tencere
tabi cok kelime yok birbirinden bir harf ile ayirdedilen.
bi ara garsonu cagirdim, hesabi ödeyecegimi sanip bana borcumu söyledi.
oysa bi kahve daha isteyecektim. ödedim. kalktim.
bes senelik barmenlik ve garsonluk zamanim da cagirildigim da müsteriler tarafindan, arzularini sordum. kafamdan yazmadim hikayeyi.
acele gitmemi gerektiren bi durum da yoktu. cafe bos sayilirdi.
sehir merkezine gitmek gibi bi hata da bulundum is cikisi.
neden gittigimi bilmeden gittim. gittim iste.
bi ihtiyacim yoktu. evin de eksigi.
alisveris cantalariyla dolasan kadinlarin suratlarinda ki memnuniyete anlam veremiyorum.
meziyet, maharet, guru kaynagi bi durum yok ortada. para vermissin, almissin. ne bu yani.
alacak biseyim olmadigindan hemen geri dönmeye karar verdim.
duragin altinda ki manavdan bir kilo kiraz aldim. eve gelip actigim da bir kilo gözüme o kadar az gözüktü ki, acaba bir kilo demir mi, bir kilo kiraz mi daha az görüy
nür diye sacmaliklar gecirdim icimden. ve merak ettim bu az önce ki sorunun (kiraz=pamuk versiyonu) daha ilk dillere düstügü zamanlar da "bir kilo demir" cevabini veren olmusmudur diye.
simdi sadece kiraz cekirdekleri var önümde. kursun gibi. birini ceviz kiracagiyla kirdim, icine baktim.
küt diye kütle.
bisey yokmus icinde.