Mittwoch, 15. September 2010

bekleme salonu

Frankfurt Istanbul ucagi gecikecek. Uzun kuyruklari, kuyruklarda maximum yük sinirini fazlasiyla gecen yolcularin esyalarini bin minnet ucaga aldirabilme cabalarinin alacagi zamani, is cikisi trafigini ve disarida son bir sigara daha icme estigi ihtimalimi göze alarak iki saat erken geldigim havalimaninda bütün islemleri 10 dakika icinde bitirdigim nadir bu gün, önümdeki 3 saati nasil gecirebilecegimi düsünüyorum. Koca 3 saat. Bu gidisim hayatimda herseyi degistirebilecekmis gibi, belki de hicbirseyi degistirmeyecek ve iste o zaman hayati ne yasanilir kilacak bilmiyorum. Bu güne dek icimde olmamis ama olabilecek birseylerin umudu vardi beni ara sira heyecanlandiran. Simdi o belirsizligi belirli kilmaya gidiyorum. Belirsizligin üzerine üzerine, olurlarin ve olmazlarin üzerine gidiyorum. Olabilir güzel olur, bunun üzerinde felsefe yapmaya gerek yok. Ama ya diger ihtimal! Ya olmayacagini kesin bir sekilde anlarsam ve bunu anladiktan sonra bir daha mutlu olamassam ki simdi de mutlu degilim. Yani mutlu olmak icin bir cok sebebim varmis, var biliyorum. Ama mutluluk belli sartlar gerceklestikten sonra olunmasi gereken, olunmasi mecburi bir durum degilki. Bazen hic bir sey yokken de mutlu olabiliyor insan, bazen ise hersey varken aslinda, olamiyorum. Rasyonel degil iste, diger ihtiyaclara benzemiyor, mesela karnin ac, yemek yeyip doyuyorsun, kirliyken yikanip temizleniyorsun. Fakat mutsuzsan ne yapipta mutlu olunur bunu hic bilmiyorum. Yarim biraktigim bir sürü sey gibi hayatimda, resim, müzik, dans vs vs… bu mutlu olma projesinide mi yarim birakacagim bir gün…

Is ciddiye binince icimi bir huzursuzluk sardi acikcasi, gercek ne ise karsilasmaktan korkuyorum. Bir kapidan girecegim yarin, ya hayatimi degistirecek o adim, ya da hic bir sey degismeyecek. 1000 kagit daha fakir bir kac yüz daha Istanbul resmiyle geri dönecegim evime belki. Korkuyorum. Iyi bulunmamaktan, yetersizlikten, benim hissederek aciya aciya yazdigim hayatimin melodisinin kulaga hos gelmeyeceginden korkuyorum. Elestirilmekten korkuyorum bu konuda, ve yalnizca bu konuda. Cünkü bu yazdiklarim bir prodüksüyon degil, bir fabrika esyasi hic degil. Bunlar, simdi anliyorum ki, benim acilarimin, umutlarimin, nadir mutlu anlarimin sarkilari. Bana benden hatiralar unutmayayim diye, iki nota arasina sIkIsmIs anlar… Elestiriye sunulan siparis üzerine yapilmis seyler degiller onlar benim hayatim. Birileri benim hayatimda yasadiklarimi, acilarimi, hayal kirikliklarimi elestirecekmis gibi geliyor, cok komik biliyorum fakat böyle hissediyorum. Bu korku galiba. Su an ve daha önce yaptigim is görüsmelerinde hic olmayan, zaman zaman olmasini istedigim ve olmamasina sasirdigim, bir heyecan. Sanki umutlarim elimden alinacak bu sinavi gecemessem. Garip hissediyorum. Insanlar geciyor önümden, kosan bir kadin, gülen iki Asyali kadin, döviz bürosunda sIkIlmIs bir calisan, eve dönecegi icin sevinen bir is adami geldigi sehirde ki sevgilisinin kokusuyla üzerinde, yolculuklarda tercih etmedigim ince yüksek topuk papuclu bir kadin, partner look yapmis yasli bir cift, kaybolduklarinda birbirlerini daha kolay secebilmek icin kalabaligin icinden, inglizler, zenciler. Önümde ki vitrinde Alibaba adina bir markanin zevksiz anoraklari asili. Havalimaninda ucuz birsey satiliyormu acaba. Döviz bürosunda ki adamda kayboldu, eminim masanin altinda özel bilgisayarindan Facebooka girmistir. Korkuyorum evet, ben korkuyorum. Kitabimi okusam iyi olur, sarjim bitmek üzere. Korkuyorum. Yanima cüsseli güler yüzlü ile zampara ruhlu arasinda karar veremedigim bir adam oturdu. Elinde önce cikolata sandigim fakat sonradan proteinli bir corny oldugunu anladigim bir seyi azgiyla beni deli eden sesler cikararak yiyor. Ona 3 kez ters ters baktim, o da bir iadeyi bakis atti. Sanirsam agzimi sulandirdigini sandi aslinda migdemi bulandirdiginin farkina varmadan. Simi bana bir sey uzatiyor. Yedigi seyden banada uzatti. Ben ise israrlarina ragmen almadim. Simdi ise kötü hissediyorum, o bana nezakette bulunurken ben icimden onun agzini dikmenin ses gürültüsü acisindan iyi oldugunu düsünüyordum galiba. Ben iyimserligimi de kaybetttim askla beraber. Yanimdaki masaya zenci bir cocuk ziplayarak cikti, insin istedim, yanima yaklasmasin, bana gülümsemesin, bana bakmasin ve benden sirinlikler beklemesin. Artik öyle kolay degil sere serpe gülümsemek dünyaya, insanlara, hayata, cocuklara. Iste en kötüsü de bu galiba. Gülümseyememek, güler yüzlü olamamak. Artik bir ask bile beni hayata gülümsetemeyecek, hani o aptal asik haller vardirya, herseyi seversin, herkese iyisindir, gülersin, yardim edersin. Iste benim bezginigim öyle olabilme sinirlarini asti da tasti. Artik eskisi gibi sevemem ben. Biseylermi yesem acaba. Yanimda ki kadin cok sesli gülerek telde konusuyor. Ona bile sinirlemiyorum. Ne cabuk sinirleniyorum.

O iki kadindan biri bu yolculugun onun hayatini degistirecegini cok sonra anlayacakti...

Freitag, 10. September 2010

basliksiz

ne hakkinda yazsam diye düsündüm bir an, yazasim var hissediyorum ama nereden baslasam acaba. bugünün bir bayram günü oldugundan baslayalim... "ah o eski bayramlar" diye baslayan eski bayramlara hasret yazilarindan nefret ediyorum, cünkü o eski bayramlari tatmamis dogum yili 80lere dayanan coluk cocuklarda artik böyle baslayan cümleler kuruyorlar... ne alaka... bilmedigimiz birseyi bize anlatmayla tadini alacak degiliz... kapa gözlerini ve hayal et der gibi... ne bayrami, neyin bayrami? is yerinden arap bir arkadasa bugün bayrammis dedim, "bizimki yarin basliyor" dedi!!! artik dini özel günleri de milliyetlestirmeye baslanilan zamanlara geldik... tarihi de degistirelim o halde... hatta herkes ramazanin ilk gününü kendi özel ajandasina göre ayarlasin, sonra kurban bayramini da özellestirelim, etin kilosunun düsük oldugu zamanlari bekleyelim... bayrama seyrana önem verdigimden yazmiyorum bunlari... sadece komik geliyor bana bu herseye kolayca uygulanabilen esneklik...
bayram yemegi olarak sandwich yedim bende... sabah kalkip bir starbucks kahvesi ictim ise gitmeden, sonra insanlarin ellerine baktim, hangi el öpülmüs acaba diye... öpülen eller daha güzel ve estetik olur diye sacma birseyler kurdum kafamda... sonra bir de su öpüyormus gibi yapip agzini degdirmeyen modern el öpücüler... el öpmeye ezilir büzülürler ama partnerlerinin tövbe tövbe...
bugün denetim raporumda ki iki cümleye takilip kalan bankacilari meeting sirasinda tokatlamak istedim, tokatlayip, kendi isinizi kendiniz yapin, hatta böyle sacma sapan yarim yamalak yapmaya devam edin deyip, ardindan patrona gidip o söylemeyi cok istedigim cümleyi "ben istifa ediyorum" kusup cikip ilk barda bunu kutlamak istedim kendimle... ardindan o yillardir aradigim ates pahasi kirmizi kadife etegi almayi ve onunla kivira kivira yürümeyi istedim... beni seven herkese "beni daha az sevin" demeyi ki kolayca kacabileyim....
kacmak istiyorum evet, bir de bunun hakkinda yazmak istiyorum
kacmak, nereye oldugu önemli degil, bana baska biriymisim gibi hissettirecek, benden k... takmadigim seyleri yapmami beklemeyecek, zorlamayacak, benden hic bir sey istemeyecek bir hayata... varmidir acaba öyle bir hayat veya yer... varsa adresini verin bana...
yarin yine ucak yolculugu, birde bu konuyu kussam iyi olur... nefret ediyorum yolculuklardan... hep yolcuyum, hep yolcu... "it's not the destination, it's the journey" deseler bile... it's not the journey diyorum
ve uyuyorum

Samstag, 4. September 2010

aslinda

aslinda o da siradan bir adamdi
aliskanliklari siradan,
kasi gözü siradan
gün boyunca yaptiklari
yedigi ictigi
uyudugu yatagi
ictigi bir bardak suyu uyumadan
siradan

sir
sir-adanlik
sira-danlik

kadin baskaydi
kadin özeldi
bakislari özel, sesi özel
gözü görmüs, dili ötmüs
elleri özel, elleri güzel
ayni muslugun suyunu icisi özel

asli bu iste
aslinda olmamaliydi
olmadi da esasinda
iyi de oldu

ama
biliyormuydunuz
her olamayista bir kücük kus ölüyor kadinin yüreginde!