Samstag, 25. Dezember 2010

just being back

döndügümden beri mutluyum
hatta cok mutluyum
sebebi ise sadece geri dönmem
degisen bi sey yok aslinda
sadece sevdiklerimin altini cizdim kalin bir kalemle
ne cok sey varmis sevdigim
ne cok sey ugruna geri dönülecek
mutluyum


Sonntag, 19. Dezember 2010

uyku

uykuya dalamiyorum
uykusuzum 48 saattir, uyku terk etti
bi film izlemek, sona gelmeden biraktigim bir kitabi okumak ya da nette dolanmak eskiden ise yarardi
eskiden
simdi ne gerek uykuyu selamlamak icin

Sonntag, 12. Dezember 2010

o daha cok kücük cok yabanci hayata, hatta hayata dair hic bir sey bilmiyor. o benim uykularimi bölüyor, icimi dagliyor, beni acitiyor. elim dilim tutuldu. son 3 ayda iki kasin arasinda ki o iki cizgi iyice derinlesti. yüzüme bakmiyor, bakamiyor belki, bir baksa tasacagim belki. her gecen gün batarken o farketmeden, ben ölüyorum sanki yavas yavas. ne agirliklar yükleniyor bilmeden kücük cocugum. kiziyorum, ifade edemiyorum. seviyorum ama artik gösteremiyorum, uzak benden, bizden, kendinden, hayattan. herseyden uzak. bos bos bakiyor artik gözleri. bütün acilarini yüklenmek istiyorum onun adina. kiyamiyorum. birsey yapamiyorum, kilitlendim. bütün dogru bildiklerim silindi sanki. ona birsey veremiyorum.

eski resimlerine bakip, yillari geri getirmek istiyorum.
hatirliyormusun, elinden tutup seni ilk okul gününe götürmüstüm. sen de bana "abla, okul zormu" demistin. "hayir, sen cok akilli bir kizsin, sana cok kolay gelecek" demistim. o güne geri gidelim ne olur. ne benim kaslarimin arasinda ki cizgiler bu kadar derin, ne de senin omuzlarinda bi yük vardi. o günün pariltisini gözlerinde bir daha göremedim. nedir seni bu kadar cabuk tüketen. bu kadar cekilmez ne var di hayatinda. düsündügün kadar zor degil hersey. hem sen hala akilli bir kizsin benim icin.

sen kücükken odama gizlice girmeni istemezdim.
hadi gel simdi, gizlice gir yine odama
saklan yorganin altina
bütün esyalarimi karistir
topuklu ayakkablarimi giy gizlice
makyaj malzemelerimle resim yap hadi
hadi
hadi
haki gel artik

kac kere uyuyunca bitecek hasret

öyle böyle gecti iki ay.
dönüsüme yakin isil isil bu sehri sevmeye basladim sanki.
kar yagiyormus dönecegim sehire, söyleyin kara erimesin ben gelene.
annem söylemiyor ama hissediyorum hava alanina beni karsilamaya gelecegini.
cok özledim cok.
günleri sayiyorum, saatleri.
ben cok kücükken ve annem giderken ona "kac kere uyuyunca dönecegini" sormustum.
cevap verememisti, cok kere uyumam gerekirmis, simdi anliyorum.
annecigim ben, sen 6 kere uyuyunca dönecegim.
ben uyumayacagim,
ama hadi sen uyu canim benim.



Freitag, 12. November 2010

Istan-bul-usturdu

cok tatli bir türk teyzeyle sohbet ettim az önce.
Istanbul'dan konustuk, o bana kendi Istanbul'unu anlatti.
ben de ona benim Istanbul'umu
yine Istan'bul'usturdu
sonra o cok hos oglu da geldi
sürpriz gibi!
NY türk film festivali icin 3 hafta öncesinden aldigim "11e 10 kala" filmine onlar da bilet almislar.
artik bir randevum var :)
Türkan hanim ve ogluyla:)
ah ne güzel oldu...

Samstag, 6. November 2010

...

yazmayali iki hafta oldugunu gördüm az önce. uzun uzun New York maceralari yazmak isterdim. ama bir halti yokmus buranin da. her yer iki gün sonra ayni oluyormus. iyice anladim bunu. bi olayi yok buranin da. bir iki gökdelen, 15 mio insan her sabah sanki benim tersime yürümeye calisan, carpan, catan, sacmasapan.

her gün iki kere, bir sabah bir aksam yikilan ikizlerin 3000 can alarak kocaman bir karadelik biraktigi yere bakiyorum uzun uzun. sabah kahvemi icerken bir sanat eseri izleyen edasiyla izliyorum o delikleri. ilk defa görmüs gibi. ciz ciz ciz. sonra ise gidiyorum. ögleden önce bir, ögle yemeginden sonra iki, ögleden sonra iki sigara icip, bir iki rapor, bir iki görüsme, bir iki bir iki bir iki... iste böyle. iki hafta oldu. ömrüm boyunca burada yasiyormus gibiyim.

ben mi cabuk alisiyorum heryere, yoksa artik aliskanliklarmi kalicigini yitirdi. anlayamiyorum.
hep ayni seyler kafamda, hastalikli biri gibi. her gün ayni. her gün ayni. ayni. ayni.

bir de birini düsünüyorum. ne kadar cok varmis, ne kadar yok olmus.

bir agac varmis, gözümde büyüttügüm.
ne kolaymis hersey, ne kolay bitebiliyormus.

en cok inandigin, en cabuk kayiyormus ellerinden.

kayganmis hersey.

Freitag, 22. Oktober 2010

özür dileyemeyen ezik erkegin özür dilemek yerine sectigi kelimeler

ben öyle demek istememistim aslinda
yani söyledigim hic birsey icten gelenler degildi
yani sadece acitmak icin demis mis mis mis
sonra bir de üzgünüm
hatta cok üzgünüm

ne zormus ezik olmak
hele de ezik bir erkek olmak

koc kicina tekmeyi.

Dienstag, 19. Oktober 2010

usul usul

artik hersey usul usul oluyor

müdahale etmeden

öyyle kendi halinde

ne huzurluymus birakmak kendini böyle

eskiden de böyle olsaymis



akisina birakmak herseyi, herkesi

üzerine hayat yagar gibi

usul usul islanmak

soguk, psikoloji, filizlenme

böyle birseyler filizlendi bugün sanki...

psikolojide doktora yapma gibi bir fikir ziyaret etti beni birde

sonra kendimi üni sayfalarinda basvuru formu ararken buldum bir an

sonra cok üsüdügümü fark ettim

bugün cok üsüdüm, yüzyillardir isinmamis gibi sanki

yeni ufuklar gerek, birseyler yapmak gerek

bu sogukta bile filizlenebiliyormus insan

filiz filiz, tomur tomur oldum

doktor olacagim, kafama koydum


Das heisst LEBEN

Wenn man lebt, passiert nichts. Die Szenerie wechselt, Leute kommen und gehen, das ist alles. Es gibt nie Anfänge. Ein Tag folgt dem anderen, ohne Sinn und Verstand, ein unaufhörliches, eintöniges Aneinanderreihen. Von Zeit zu Zeit macht man eine Teilbilanz, man sagt: Jetzt bin seit 3 Jahren auf Reisen, jetzt lebe ich seit 3 Jahren in Frankfurt. Es gibt auch kein Ende: man verlässt einen Mann, eine Freundin, eine Stadt nie mit einemmal. Und außerdem sieht sich alles ähnlich: Tokio, Shanghai, London, New York, Singapur, Frankfurt, Berlin, Istanbul, Rom, Paris, Nizza, Moskau, nach 2 Wochen ist alles gleich. Dann und wann - selten - zieht man Bilanz, man wird sich bewusst, dass man an einem Mann hängengeblieben ist, dass man in eine schmutzige Geschichte verwickelt ist, dass die Jahre verflossen sind und immer noch werden. Eine blitzartige Erleuchtung. Danach fängt der Reigen wieder an. Man macht sich wieder daran, Stunden und Tage aneinanderzureihen. Montag, Dienstag, Mittwoch. April, Mai, Juni. 1982, 1992, 2002.
Das heisst LEBEN!

Samstag, 16. Oktober 2010

bugün

bugün tramvayda bir adam omzunda uyuyan cocugunu uyutmak icin islik caliyordu. arkami dönüp baktigimda rahatsiz oldugumu düsünmüs olacak ki isligi kesti. oysa ne hosuma gitmisti ninnisi. artik icimden gecenleri yüzüme yansitamiyormuyum diye düsündüm bir an. icimle yüzüm ayni dansi etmiyorlarmi, ne zaman biraktilar Bir olmayi...

bir sonraki durakta binen orta yasli bir babanin ogluyla yaptigi telefon görüsmesi takildi sonra kulagima. yarin oglu babasini ziyarete gelecekmis, sesi civil civildi adamin. 'cok uzaklara gitme' dedi, sonra bir kac kez tekrarladi bu cümleyi konusma boyunca, 'cok uzaklara gitme oglum'..., 'cok uzaklara gitme ne olur oglum'... uzaklara... gitme... endise yapisip kaliyor annelerin babalarin ellerine, dizlerine... bir gün birakip gideceklerini düsünürken en cok üzüldükleri bitecek olan kendi hayatlari degildir onlarin... 'uzaklara gitme oglum'...

ben cok uzaklara gidecegim yakinda
istemesemde

Mittwoch, 6. Oktober 2010

Umutsuzlugun U'su da terk eder
Bir mutsuzluktur geriye kalan

sahte

inanmayin kandirir o
sevecendir sandirir
öper uyandirir
soyunur sonra
utandirir
inanmayin kandirir o

tekrar

bazi insanlarin kendilerine has bir tadi vardir, üc vakit sonra tekrar görüssem yine ayni tad, yine ayni anlam konusulalarda. sanki kirmizi bir cizgi sürer gider hayatlarindan. konular degisir, sarfedilen sözler de belki zira o kirmizi cizgi hala tam orada durur. kipkirmizi bir cizgi, bugün yine gördüm onu O'nda. hala bitmeyen sabri, nesesi ve hayattan yana umudu, oglu, biricik oglu... ama O kirmiziydi yine gözümde...
sonra... tekrarlanan bir bulusmamiydi bu diye düsündüm, bir öncekinin tekrarimiydi. sanki bir filmi unutmamak icin zaman zaman tekrardan izlemek gibi, yine severek, artik ezberleyerek ve sufleleri oyuncuyla ayni anda söyleyerek. kim kendini tekrarliyordu. O mu ben mi? Baktim hayati almis basini gitmis O nun, degismis sartlari, bir minik insan girmis hayatina, miniminnacik bir oglan, günlük hayatin temposu degismis... Meger o degilmis tekrarlayan... O benmisim...
Peki ya tekrarlanan duygulara ne demeli, bir pismanlik mesela... insan ayni sey icin kac kere pisman olabilir. her pismanlik ta biraz daha depresirmi pismanlik yoksa kendini kabul ettirip yerini dinginlige mi birakir. Peki ya neden ayni davranislara tekrar tekrar düser insan, insan degisirmi peki... degismez HAYIR, tekrarlaniyorsa birsey degisiklik yoktur...
ben pismanligimda tekrar tekrar boguluyorum
ve en acisi nedir sizce... olduguna mi pismanlik duymak olamadiginami ?

Mittwoch, 15. September 2010

bekleme salonu

Frankfurt Istanbul ucagi gecikecek. Uzun kuyruklari, kuyruklarda maximum yük sinirini fazlasiyla gecen yolcularin esyalarini bin minnet ucaga aldirabilme cabalarinin alacagi zamani, is cikisi trafigini ve disarida son bir sigara daha icme estigi ihtimalimi göze alarak iki saat erken geldigim havalimaninda bütün islemleri 10 dakika icinde bitirdigim nadir bu gün, önümdeki 3 saati nasil gecirebilecegimi düsünüyorum. Koca 3 saat. Bu gidisim hayatimda herseyi degistirebilecekmis gibi, belki de hicbirseyi degistirmeyecek ve iste o zaman hayati ne yasanilir kilacak bilmiyorum. Bu güne dek icimde olmamis ama olabilecek birseylerin umudu vardi beni ara sira heyecanlandiran. Simdi o belirsizligi belirli kilmaya gidiyorum. Belirsizligin üzerine üzerine, olurlarin ve olmazlarin üzerine gidiyorum. Olabilir güzel olur, bunun üzerinde felsefe yapmaya gerek yok. Ama ya diger ihtimal! Ya olmayacagini kesin bir sekilde anlarsam ve bunu anladiktan sonra bir daha mutlu olamassam ki simdi de mutlu degilim. Yani mutlu olmak icin bir cok sebebim varmis, var biliyorum. Ama mutluluk belli sartlar gerceklestikten sonra olunmasi gereken, olunmasi mecburi bir durum degilki. Bazen hic bir sey yokken de mutlu olabiliyor insan, bazen ise hersey varken aslinda, olamiyorum. Rasyonel degil iste, diger ihtiyaclara benzemiyor, mesela karnin ac, yemek yeyip doyuyorsun, kirliyken yikanip temizleniyorsun. Fakat mutsuzsan ne yapipta mutlu olunur bunu hic bilmiyorum. Yarim biraktigim bir sürü sey gibi hayatimda, resim, müzik, dans vs vs… bu mutlu olma projesinide mi yarim birakacagim bir gün…

Is ciddiye binince icimi bir huzursuzluk sardi acikcasi, gercek ne ise karsilasmaktan korkuyorum. Bir kapidan girecegim yarin, ya hayatimi degistirecek o adim, ya da hic bir sey degismeyecek. 1000 kagit daha fakir bir kac yüz daha Istanbul resmiyle geri dönecegim evime belki. Korkuyorum. Iyi bulunmamaktan, yetersizlikten, benim hissederek aciya aciya yazdigim hayatimin melodisinin kulaga hos gelmeyeceginden korkuyorum. Elestirilmekten korkuyorum bu konuda, ve yalnizca bu konuda. Cünkü bu yazdiklarim bir prodüksüyon degil, bir fabrika esyasi hic degil. Bunlar, simdi anliyorum ki, benim acilarimin, umutlarimin, nadir mutlu anlarimin sarkilari. Bana benden hatiralar unutmayayim diye, iki nota arasina sIkIsmIs anlar… Elestiriye sunulan siparis üzerine yapilmis seyler degiller onlar benim hayatim. Birileri benim hayatimda yasadiklarimi, acilarimi, hayal kirikliklarimi elestirecekmis gibi geliyor, cok komik biliyorum fakat böyle hissediyorum. Bu korku galiba. Su an ve daha önce yaptigim is görüsmelerinde hic olmayan, zaman zaman olmasini istedigim ve olmamasina sasirdigim, bir heyecan. Sanki umutlarim elimden alinacak bu sinavi gecemessem. Garip hissediyorum. Insanlar geciyor önümden, kosan bir kadin, gülen iki Asyali kadin, döviz bürosunda sIkIlmIs bir calisan, eve dönecegi icin sevinen bir is adami geldigi sehirde ki sevgilisinin kokusuyla üzerinde, yolculuklarda tercih etmedigim ince yüksek topuk papuclu bir kadin, partner look yapmis yasli bir cift, kaybolduklarinda birbirlerini daha kolay secebilmek icin kalabaligin icinden, inglizler, zenciler. Önümde ki vitrinde Alibaba adina bir markanin zevksiz anoraklari asili. Havalimaninda ucuz birsey satiliyormu acaba. Döviz bürosunda ki adamda kayboldu, eminim masanin altinda özel bilgisayarindan Facebooka girmistir. Korkuyorum evet, ben korkuyorum. Kitabimi okusam iyi olur, sarjim bitmek üzere. Korkuyorum. Yanima cüsseli güler yüzlü ile zampara ruhlu arasinda karar veremedigim bir adam oturdu. Elinde önce cikolata sandigim fakat sonradan proteinli bir corny oldugunu anladigim bir seyi azgiyla beni deli eden sesler cikararak yiyor. Ona 3 kez ters ters baktim, o da bir iadeyi bakis atti. Sanirsam agzimi sulandirdigini sandi aslinda migdemi bulandirdiginin farkina varmadan. Simi bana bir sey uzatiyor. Yedigi seyden banada uzatti. Ben ise israrlarina ragmen almadim. Simdi ise kötü hissediyorum, o bana nezakette bulunurken ben icimden onun agzini dikmenin ses gürültüsü acisindan iyi oldugunu düsünüyordum galiba. Ben iyimserligimi de kaybetttim askla beraber. Yanimdaki masaya zenci bir cocuk ziplayarak cikti, insin istedim, yanima yaklasmasin, bana gülümsemesin, bana bakmasin ve benden sirinlikler beklemesin. Artik öyle kolay degil sere serpe gülümsemek dünyaya, insanlara, hayata, cocuklara. Iste en kötüsü de bu galiba. Gülümseyememek, güler yüzlü olamamak. Artik bir ask bile beni hayata gülümsetemeyecek, hani o aptal asik haller vardirya, herseyi seversin, herkese iyisindir, gülersin, yardim edersin. Iste benim bezginigim öyle olabilme sinirlarini asti da tasti. Artik eskisi gibi sevemem ben. Biseylermi yesem acaba. Yanimda ki kadin cok sesli gülerek telde konusuyor. Ona bile sinirlemiyorum. Ne cabuk sinirleniyorum.

O iki kadindan biri bu yolculugun onun hayatini degistirecegini cok sonra anlayacakti...

Freitag, 10. September 2010

basliksiz

ne hakkinda yazsam diye düsündüm bir an, yazasim var hissediyorum ama nereden baslasam acaba. bugünün bir bayram günü oldugundan baslayalim... "ah o eski bayramlar" diye baslayan eski bayramlara hasret yazilarindan nefret ediyorum, cünkü o eski bayramlari tatmamis dogum yili 80lere dayanan coluk cocuklarda artik böyle baslayan cümleler kuruyorlar... ne alaka... bilmedigimiz birseyi bize anlatmayla tadini alacak degiliz... kapa gözlerini ve hayal et der gibi... ne bayrami, neyin bayrami? is yerinden arap bir arkadasa bugün bayrammis dedim, "bizimki yarin basliyor" dedi!!! artik dini özel günleri de milliyetlestirmeye baslanilan zamanlara geldik... tarihi de degistirelim o halde... hatta herkes ramazanin ilk gününü kendi özel ajandasina göre ayarlasin, sonra kurban bayramini da özellestirelim, etin kilosunun düsük oldugu zamanlari bekleyelim... bayrama seyrana önem verdigimden yazmiyorum bunlari... sadece komik geliyor bana bu herseye kolayca uygulanabilen esneklik...
bayram yemegi olarak sandwich yedim bende... sabah kalkip bir starbucks kahvesi ictim ise gitmeden, sonra insanlarin ellerine baktim, hangi el öpülmüs acaba diye... öpülen eller daha güzel ve estetik olur diye sacma birseyler kurdum kafamda... sonra bir de su öpüyormus gibi yapip agzini degdirmeyen modern el öpücüler... el öpmeye ezilir büzülürler ama partnerlerinin tövbe tövbe...
bugün denetim raporumda ki iki cümleye takilip kalan bankacilari meeting sirasinda tokatlamak istedim, tokatlayip, kendi isinizi kendiniz yapin, hatta böyle sacma sapan yarim yamalak yapmaya devam edin deyip, ardindan patrona gidip o söylemeyi cok istedigim cümleyi "ben istifa ediyorum" kusup cikip ilk barda bunu kutlamak istedim kendimle... ardindan o yillardir aradigim ates pahasi kirmizi kadife etegi almayi ve onunla kivira kivira yürümeyi istedim... beni seven herkese "beni daha az sevin" demeyi ki kolayca kacabileyim....
kacmak istiyorum evet, bir de bunun hakkinda yazmak istiyorum
kacmak, nereye oldugu önemli degil, bana baska biriymisim gibi hissettirecek, benden k... takmadigim seyleri yapmami beklemeyecek, zorlamayacak, benden hic bir sey istemeyecek bir hayata... varmidir acaba öyle bir hayat veya yer... varsa adresini verin bana...
yarin yine ucak yolculugu, birde bu konuyu kussam iyi olur... nefret ediyorum yolculuklardan... hep yolcuyum, hep yolcu... "it's not the destination, it's the journey" deseler bile... it's not the journey diyorum
ve uyuyorum

Samstag, 4. September 2010

aslinda

aslinda o da siradan bir adamdi
aliskanliklari siradan,
kasi gözü siradan
gün boyunca yaptiklari
yedigi ictigi
uyudugu yatagi
ictigi bir bardak suyu uyumadan
siradan

sir
sir-adanlik
sira-danlik

kadin baskaydi
kadin özeldi
bakislari özel, sesi özel
gözü görmüs, dili ötmüs
elleri özel, elleri güzel
ayni muslugun suyunu icisi özel

asli bu iste
aslinda olmamaliydi
olmadi da esasinda
iyi de oldu

ama
biliyormuydunuz
her olamayista bir kücük kus ölüyor kadinin yüreginde!

Sonntag, 22. August 2010

yarim ve tüm geceler

tüm geceler vardir bölünmeyen kuruntularla, düsüncelerle, belkilerle, keskelerle
tüm geceler vardir deliksiz uykularda, ferah döseklerde, serin sicak dokusunlarda

yarim geceler vardir, gece yarilarinda, uykusuzlukta, uyuyamakta
yarim geceler vardir, dönüp durulan bos yataklarda, bas agrilarinda

bir de

geceyi yarilayanlar vardir
geceyi yaran
geceyi yaralayan
onlar derin uykularinda, umarsizca
sen ise yarim yamalak
ondan geriye kalan


Samstag, 21. August 2010

cevapsiz yanitlar

bir soru belki sorulan
cevabi bir kelimeye sigacak kadar basit
ama söylemesi dönengecli yollara girecek kadar karmasik
evet diyemeyecek kadar az
hayir diyemeyecek kadar zor
cevap, duyacak icin belki bir kor
cevap hayir olsun ya da susmak
cevap sorana her halükarda kor!

bir de satir aralari var
satir aralarinda susmak var
cevap vermek yerine susmak var
en cok o kor!

sormak da zor
hayiri duyabilme ihtimalini göze almak yani
sorani solduracak belki
ama sormamak sormaktan daha cok kor!

sordum
sustu
sustum
sustuk

sormasaydim susmazdik bos laflara bereket
bos konusmayi da sevmem ya
illa ki sordum
sustu
sustum
sustuk

simdi o onunla bununla konusuyor bos bos
bense dolu dolu susuyorum
ben sordum
o cevapladi
cevabi susmakti
sustu
sustum
sustuk

sessiz ciglaklar var simdi
nedeni yok
neden'in kimseye hayri olmadi hic

bir sey olur
neden olmus?
biri ölür
neden ölmüs?
neden ne olursa olsun
olmus la ölmüs'e
care yok!

ayak sesleri

evde citir citir ayak sesleri
38 numara cocuksu bir ayagin sesleri duydugum
kapi acilma kapanma sesleri
abla "t-shirt'ini giyebilirmiyim" diyen bir kardes sesi
kardesim artik yanimda
ne güzel birseymis bu ya
ne tatliymis onu evde dolanirken görmek
ne hosmus kokusu
ne özlemisim
bilmeden ne cok beklemisim minik kardesimi
Seydam geldi
hos geldi
iyi ki geldi

Freitag, 20. August 2010

bekleme salonu

hava alani bekleme salonlari bekleyenleri 3 guruba ayrilirlar

1) tatilciler
bu gurup maximum yük miktarini asan bavullarla gelirler ve bavula sigmayan arac gereclerini (su yatagi, surf, vs vs) ellerinde tasirlar. yüzlerinde bir heyecan, tatile gitmenin verdigi bir haz ve havaalani procedürlerinden henüz bezmemis gülümseyen bir ifade vardir. bu ifade eger tatilden dönülüyorsa degisiktir: bezgin ve yorgundurlar, tatili düsünen melankolik bir "ayyy ne kadar güzeldir, ne cabuk bitti, yarin is basi ööfff"-ifadesi diyorum ben ona...

2) is yolculari
ben de bu guruba ait olaraktan derim ki, biz biktik artik! sanki evi barki yokmus gibi aylarini otel odalarinda geciren, hava alanlari görmek istedikleri son yer olan, bekleme salonlarina gelemeyen, tatilcilerden nefret eden, bir an önce olsun bitsin evime gideyim diyen, maximum yük sinirinin altinda bavullarla seyahat eden, beklerken ya is yerine baglanip son bir mail atayim ya da yan taraftaki heyecanli turistlere bakip "susun da uyuyayim" diyen, asik suratli yaratiklariz.

3) uzun mesafe sevgilileri
bunlar iliskilerinin devami ugruna iki haftada bir yolcugulu göze almis ve benim gözümde romantik aptallardir... bu son tabirim benim dünyanin öbür ucunda bile beni bekleyen bir sevgilim olmayisindadir belki :) ve ya mutlu bakarlar, ya da üzgün bu ise yolculugun sonunda varacaklari yere bagli, sevgilinin kollari ya da bos bir ev...

neyse ucagim kalkmak üzere...



Donnerstag, 19. August 2010

ben, lavanta, elma ve kimya deneyleri

evde degilim yine, öyle cook uzakta da degilim. Londra'dayim ve 5. haftami gecirdigim daireme alismis haldeyim, daha önce de yazmistim ya, icinde bana ait hic bir sey bulunmayan bu evi seviyorum diye... iste bugün o yazimi geri almak ya da biraz düzeltmek istiyorum. bana ait bir esya yok belki ama ben varim icinde. ve ben nereye gidersem gideyim, gittigim yerler bana benziyor. lavanta kokuyor heryer. ayni markadan bulamasam da bir tür lavantali oda sprayi buluyorum her sehirde. ve kocaman bir elma sepeti oluyor masamda.

elma benim icin meyvelerin hasidir, neden diyeceksiniz: ben kücükken dedem yaz sonuna dogru bir sandik elma alirdi bana, koccaa bir sandik. benekli kepek elmalarindan bir de bildigimiz kirmizi elmalardan. elma dayaniklidir soguga ve kis aylarinin meyvelerini her zaman alamadigimiz icin ve bende o zamanlar bile meyve canavari oldugumdan sandik sandik elma tasirdi dedem eve. ucuzdu, lezzetliydi, dayanikliydi elma. simdi o sonradan gördügüm tanidigim ve de severek yedigim exotikler ne kadar hos olsalar da, günde bir iki elma yemeden doymuyorum. elma saftir, elma saglamdir, elma sagliklidir... günde bir elma doktoru evden uzak tutar diye bosa dememisler ecnebiler... ha bir de elma güzellestirir... elma yanakli derler köylerimizde güzel kizlari tarifen... al al, diri diri yanaklar... su aralar ne kadarda yanaklarimi kücültmeye ugrassam da, elma gibi kalsinlar isterim, cilli / benekli elma... ve ne zaman kirmizi bir elma görsem, köyde ki komsu kizinin al yanaklari aklima gelir... gerci onun yanaklari cok kirmiziydi, garipti bile diyebilirim... kirmizi bir elmayi isirdigimda, kirmizi bir su akacak sanirdim kücükken ve kirmizi elmalari her yedigimde "bu sefer kirmizi elma suyu akacak" diye umud ederdim... elma suyu seffafti hep, hic kirmizi akmadi... simdi bile o oyunu oynarim... cocukluk oyunumu... bile bile kirmizi bir elma suyunun olmayacagini, her yeni kirmizi elma bir heyecan verir benim cocuk kalbime...

bir de annemin temizlik ilaclarini uzun ince bir sisede karistirdigimda duman cikacagini sanirdim... temizlik ilaclari kisa süre icinde bittiginde ise, anneme hesap vermek zorunda kalirdim... ve tabii ki banyo kapisini kapayarak yapardim bunu :)

yazasim geldi yazdim
nokta.

Montag, 2. August 2010

kendinden kacis

ICINDE BANA AIT TEK SEY OLMAYAN BU EVDE KENDIMI DAHA IYI HISSETTIGIMI ANLADIM BIR KAC DAKIKA ÖNCE !
ne garip oysa insan kendine ait esyalarin, anilarin, oradan buradan getirilmis hediyeliklerin, tablolarin, mutfaktaki en sevdigi kasesinin, bardaginin, nevresimlerinin, yataginin, koltugunun, bitkilerinin, ayakkablarinin, ev Sevdigi yastik kilifinin, gümüs servis takimlarinin, eskiciden aldigi eskilerin, yeni aldigi ve giymeye firsat bulamadigi elbisenin, kocaman gümüs samdaninin, aile fotograflarinin, perdelerinin, ayaginin aliskin oldugu parkelerin, kendi banyo paspasinin, duvar boyalarinin, kahveliginin, caydanliginin, piyanosunun, koyu yesil kadife piyano taburesinin, gitarinin, kemaninin, pembe dügmeli genelev koltugunun, chester'inin, kevserinin, rapunzelin, her hafta bir tane acan domates fidaninin, portakal agacinin, aldigi ama asmadigi resimlerinin, baslayip bitirmedigi bir sürü seyinin, kadife perdelerinin, kiyokinin, kurumus olan süs-kak-tüs-ünün YAKININDA KENDINI MUTLU HISSETMESI GEREKMIYORMU !!

Sonntag, 11. Juli 2010

dogum

her sene bu gün
cogalan ve kavrananamayan bir rakam
zaman denen yabanci ile iyi dost olan
bir sene daha katarken hayat portföyüme
ben ben kaliyorum
her sene yeniden dogup
yine ben oluyorum

bugünmüs 28 sene önce
annem anlatir nasil dogdugumu
bir köy evinin serin odalarinin birinde
sessiz bir dogum olmus anneminki
kimsecikler yokmus yanimizda
yetim bir dogummus

ilk nefes alisimi anlatir annem
nasil ilk defa emdigimi beyaz iksiri
bogum bogum etlerimi ve
kaldiramayimisimi vücudumla orantisiz kocaman kafami

kader ismini halam secmis
yetim ya da sanssiz dogan cocuklarin ortak ismi
kaderci ve derbeder halamin secimi
beni de kendine benzetmek istemis belli

ama ben ona inat sariliyorum hayata
kendime ragmen, hayata ragmen
kadere ragmen
sariliyorum hayata

bu gün benim dogum günüm
yeniden doguyorum bugün 28. kere
degistim belki zamanla
zira ben ayni benim
dahada güzelim

Montag, 28. Juni 2010

Gece-Kondu...

Bugün vardi, yarin yoktu
Biri yapti, digeri bozdu
Carpik curpuk, yalan dolan
Sevdalar da gece-kondu...

Donnerstag, 17. Juni 2010

sorular sorular sorular

mümkünmü yenilenmek
arinmak bildiklerin ve gördüklerinden
yeniden dogmak mümkünmü
mümkünmü temizlenmek

hic olmamiscasina yok olmak mümkünmü
mümkünmü ardinda islak gözler birakmadan gitmek
sessizce, usul usul
sonsuzluga ermek mümkünmü

mümkünmü vazgecmek candan
ne kadar aciyla dolu olsan bile
kani akitmak, teni sogutmak
hayatta kalmaya kodlu bu basi taslara vurmak mümkünmü

Sonntag, 13. Juni 2010

Sans ve Sayilar

hayat ikinci bir sans vermez insana.
birincisini hic yasamamis olmak gerek.
zira, sansla karsilasilan anin da farkinda olmaz insan.
bu benim sansim demez, bilmez.
hal bu iken, nasil tutarsin sansin iplerindne sIkI sIkI. nasil gecirirsin tirnaklarini etine?
nasil anlasilir, o anin, O AN oldugu? neye benzer, ne hissettirir?
ve nasil bilir insan hayatinda ki o tek anin gecip gecmedigini, ki gecmis ise beklemesin bosuna. her firsati büyük sansi bilmesin, her kapiyi calmasin. yeyip bitirmesin kendini.

benim öyle bir anim oldumu, bilmiyorum. söyle bir düsündüm de, ne gibi büyük anlar vardi hayatimda diye. bir sey bulamadim, kil payi kazanilmis yorgun zaferlerden baska. kazandim belki ama cogalmadim. sanki hep bir avuc kaldim.

hayat okulu gibi dillere tatsiz bir sakiz olmus bu deyimi kullanmak istemezdim...
ama, eger hayat bize not verecek olursa, kac olurdu notum acaba. neye göre ölcerdi bizi hayat?

gösterdigin cabalarin toplamini, elde ettiklerinin yüzdesiyle carpip, hayal kirikliklarini cikarip mutlulugu eklersen... ve cikan rakami, eskimis ruhunun birden kücük parametresiyle carptiginda, ne kalir geriye koca bir sifirdan baska...

sayilarla aram hic iyi degildir zaten... bol sifirlilarla hele...
tek kisiyim, bir isim var, bir dairem, bir annem, bir kardesim, bir kac dostum, bir kac sarkim, oraya buraya karaladigim bir kac önemsiz yazim, birden kücük umudum...

bir de hic olmamislar...


Dienstag, 8. Juni 2010

lanet

yanlis yollarin yorgunlugu var simdi üzerimde
birer birer itinayla secilmisler
en hüzünlü cizgilerini cekmisler yüzüme
yanlis secimler

geri vitesi olmayan su hayat
damla damla akitirken zehrini icime
dolduruyor duvarlarimi icimdeki hapis zaman attigi cizgilerle
bir gün daha
lanet bir gün daha diye

simdi neresinden baslasam gec kaldigim hayata
nerede bulsam kendimi
neresini tutsam, cevirsem de girsem iceri
nerede benim icin düsünülmüs yasamin kapisi

bir gün daha gecti icimde maphus
bir gün daha bana varamadan
dünü degistiremeden
bugünden mutsuz
yarindan umutsuz
lanet bir gün daha...




Sonntag, 30. Mai 2010

Bintan Island - Endonezya

Endonezya'nin rüya gibi adalarindan biri Bintan. Singapur'a feribotla bir saat mesafede. Sabah ilk feribotla karsiya gectim. Terminalden sahile indigimde ise yandaki güzel kiz ve arkadaslarinin dansi ile karsilastim. Oracikta sevdim Bintan'i.
O körpe bedenlerin kivrak ve narin hareketleri ve elimde bir Singapur Sling ile sahile yürüdüm

Bu görünte nefesimi kesti... Rüyalardaki kadar güzel ve dogal bir ada Bintan. Sakin ve Singapur'un kalabaligindan uzak olmak... muhtesemdi....
Huyumdur, nereye ayak basarsa gezgin ayaklarim, mutlaka bir poz cekerim onlari da :) Ben ve mutlu ayaklarim...

Denizde yüzebilmek icin uzun uzun yürümek gerek derinlesmesi icin... Su ise berrak bir turkuaz... Ve incecik toz gibi bir kumsal...














Kayaliklar vardi biraz ileride. Yakin göründüler gözüme. O yakin mesafede sandigim kayalara varabilmek 45 dakikami aldi... bosluk mesafe hissimi sasirtti sanki... Ama degdi!

Sonra da dostum yengeci gördüm. Beni görünce cok kisa selamlayip hemen deligine geri döndü... Bütün yengecler benim gibi mesgul galiba... Malum, ayni burctan olunca...
Sonra aksami ettim, günesi batirdim, bir de resmini cektim ve son feribotla geri döndüm. Otobüste Cinli bir kiz ingilizcesini gelistirmek amaciyla egsersiz yapacak birini ariyordu sanirim, piyango bana cikti... Onu dinledim ama anlamadim :) Sonra saklandim feribotta... cok ayip!

Bir daha gitmek istiyorum cennete...




Donnerstag, 27. Mai 2010

Singapore

ucagin kalkis saatini her nedense 16 olarak aklima koymusum

saat 10:00 da bilete baktigimda ve asil kalkisin 12 de oldugu gördügümde bavulum hazir bile degildi
------------PANIK-------------------
elime gecen ne varsa bavula attim
bizim soföre ise Ismail Y.K nin o igrenc tiksinc sarkisini söylemek istedim bir an ... bas gaza... ayy bögürmek geldi simdi icimden

saat 11:30 gate de idim
business lounge da ise daha önceki yazilarimin birinde bahsi gecen, o cok sevdigim hatta severken öldürebilecegim is düsmanim tarafindan görülüpte tacize ugramamak icin görünmez oldum
ama ucakta kacis yoktu
yanima geldi, kusmak istedim
ne kötü, ona hakkinda ne düsündügümü öyle söylemek isterdim ki
istafami bastigim gün yapmak istediklerim listemde en baslarda yer aliyor bu fantezim

13 saat yolculuk demek...
18 kez hostesi cagirma dügmesine basmak demek
yolculuk boyunca hosteslere verdigim zahmet listem ise:

  • icecekler: champagne, coke light, su, kahve, kahve, kahve, sarap, su, yesil cay, portakal suyu, taze limonata, kahve
  • yemekler: thai chicken, gambas alioli, salad, rahmen soup with beef, chips, chips, peanuts, fruits, tiramisu
  • 5 film: hatirlamiyorum ama anna karenina'nin eski bir versiyonu ve komik bisiler daha izledim galiba

06:00 Singapore Changi hava alaninin icinde agaclar vardi, cok güzellerdi... evime de ayni konsepti düsünüyorum. disari ciktim, firina girdim, terledim, yapistim, bir sigara yaktim, 15 saat sigarasizlik berbatti

07:00 arrival at Goodwoodpark Hotel park lane Suit, maisonet dairemi hemen oracikta sevdim... cünkü buz gibi sogutulmustu... uyumaya calistim olmadi cünkü

1. kapi calisi 08:30 : hotel servisi bavulumu getirdi
2. kapi calisi 09:45 : hotel servisi apaptör getirdi
3. kapi calisi 11:00 : nda ise gözlerimde delirmis bakislarla kapiyi actigimda genc bir kiz (yine hotel servisinden) bana welcome "sogutulmus meyve" lerini ikram etti... ona kizamadim... sevindim :)

teknolijiyi bir kez daha sevdim...

16:00 market aramaya disari ciktim, cok aradim, buldum, ve anladimki bulamamak imkansiz... her yer alisveris merkezi... heryeeer!!!!!!!!! bildiklerimin disinda bilmedigim bir sürü sey aldim... garip meyveler ve ne oldugunu hala anlayamadigim sebzeler... hiyara benzeyen ama dikenli bisey... hala dolapta deneyemeden cürüdü...

ertesi gün: ilk is günü. is günleri sabah bütün takimi bir otobüs almaya geliyor. aksam kendim dönüyorum. mrt diye bir undergrounda biniyorum. kalabalik, sicak ve ter kokuyor... alistim bile

hafta bitmek üzre
kaldi 5 hafta
zaman yavas geciyor gibi yapip beni kandiriyor, hizli da gecmiyor gerci... aman ne bileyim
tek bildigim özlüyorum

Özlediklerim:
Ailem
TimTom
Özlem Böcük
Özlem Cicek
Cey
Sabanim
Yatagim
Ciceklerim
Pide
Yayla corbasi
Türk cayi
vs...

Pics will follow...


Samstag, 1. Mai 2010

emanet

yenisini almak aklimdan geciyordu zaten
ama harmanlanmis olanini aldim
aldim cünkü o Böcügün gözüyle görmüstü
Böcük güzel bir kisi ve güzel görüyor
simdi bende onun penceresinden bakiyor gibiyim
onun gördüklerini görecegim belkide
belki bana biseyler fisildayacak
bana bilmedigim seyler anlatacak
Böcük hakkinda
bir emanet yada miras gibi geldi
iyi geldi
iyiki geldi

Mittwoch, 28. April 2010

HOVARDA

Gözüm acik
Gönlüm genis bu aralar
Hayrola!
Balimi akitarak agzimin kenarindan
Ve cilveli adimlarla geciyorum hayattan
Gözüm gönlüm acildi
Etrafima güzeller sacildi
Bir hovarda ki gönlüm
Hayrola!
Hovardayim iste hovarda!
Haber vereyim dedim aleme
Olurda yollari düserse haneme
Aldanmayin bu isveli halime!
Demem o ki
Aman yaklasmayin bu aralar yanima
Girmeyeyim sizinde kaniniza... :)


Hovardanin agzindan cikan her cümle

Amaca giden yolun davetkar basamaklari gibidir
Her adim cezbeder ve korkutur ayni anda
Ama soluk soluga tirmanir insan o basamaklari
…..

Mittwoch, 7. April 2010

iyiye cok uzak hatta kötüyüm
kafamla beraber bedenim de isyanda
hic birsey olmuyor, yoluna girmiyor
arttikca artiyor, hic bitmiyor
nerede öbür yanim, sevdigim öbür insan nerede
ciksin gelsin artik
bak hem baharda geldi, dallar ciceklendi
kurtulamadim sonbaharimdan
acarken cicekler bahara
dallarim hala buz
hala kuru tenim
hala bekliyorum
icime düsemeyen cemreyi

Freitag, 26. März 2010

zamanla(ya)ma(ma)

ne kolaydi o tek kisilik hayat, tek kisiydim ben bir zamanlar
bir tek kendi sesime kulak veren, kendi sorularima cevap veren,
kendi kendime yeten ve artan, artanimi da dagitiyordum ulu orta
ya simdi, simdi plan zamani, herseyi planlama, haftalarca önceden bilme nerede kimle olacagimi
ne zormus yahu!
kafam yorgun, bedenim yorgun
yetmiyor zaman
yetemiyorum tüm sevdiklerime
ondan calip buna, bundan calip bir digerine ekliyorum
artik, yirtik pirtik, sürtük bir ZAMAN!
kisaca ben bu isi beceremiyorum...
sonra kendime kiziyorum
hep kendime kiziyorum
paralel dünyalarda olsam
herseyi ayni anda farkli yerlerde yasasam
bir cok ben olsa
ya da tekrar bir ben olsam
daha mi iyi olacak acaba...

Montag, 22. März 2010

su yolunu bulur

yazmak ve dogurabilmek tatmin ediciydi bir zamanlar
o bir zaman ben bilmiyordum ne oldugumu
anin sürprizleri mutlu ediyordu beni
mutluydum evet, kendimi kesiflerde mutluydum
sonra biri daha, bir tane daha
daha-lar cogaldikca sevincim azaldi nedense
simdi cok var onlardan ama sevincim az
yazdim, cizdim, söyledim kendimin bile zor duyabilecegi bir sesle
sessiz ve usul usul söyledim onlari
oysa bagirmak isterdim onlari
ciksinlar artik
bir yolunu bulup ciksinlar icimden
hani derler ya, su yolunu bulur diye
irmaklarim bulsunlar yollarini
ciksinlar artik icimden

Sonntag, 21. März 2010

minörlerim

gel gitlerimle basa cikamadigim anlarda kendimi vurdugum gam denizinden beni cikarabilen tek sey ile ugrasiyorum
ister bilinsin, isterse hic duyulmasin minör cigliklarim
ben basli basina bir sarkiyim
gecmisle gelecegin bitmeyen dueti icindeyim simdiki zamana aldirmadan
dün yalandi, yarin henüz yok, simdi ise bakabiliyorum aynaya kendimi kandirmadan

Freitag, 19. März 2010

ÖZLEM

Özlem bollugu icindeyim
o kadar cok Özlem varki hayatimda
biri orda biri burda
Cicek Özlem ve Böcük Özlem var mesela
Cicek olan buradaydi az önce, özlemlerimizi konustuk uzun uzadiya
Böcük olan ise biraz uzakta, Onu da cok severim, bak özledim birden Onu

adi Özlem olan kisinin hayatinda özlemden cok ne olabilirki
bana da bulastiriyorlar özlemlerini
özlememek nasil birseydir acaba, hayatta hic bir seyi özlememek
ya bilip her seyin sahibisindir özlem duyulanlarin
ya da hic bilmiyorsundur, bilmeyen özlemez cünkü
ben bunlarin ikisi de degilim
ben biliyorum nasil oldugunu ve özlüyorum da
galiba bu en kötüsü


unut-umut

unutmak, unutmaya calismak, unutabilmek, unutmamak, unutamamak
umut, umutlanmak, umutsuz kalmak, umutsuzlasmak

kelime oyunu falan degil cabam
bu iki sözcügün birbirine ne kadar benzedigini fark ettim bugün

basim agriyor sigara icmekten
sigara icmeyi UNUTmayi UMUD ediyorum
bakin iki kelimeyi de ayni cümlede birlestirdim

unutmak istenince erisilebilecek bir sey degil
bu da herseyi kendi basina buyruk yapan ZAMANin uzmanlik alanina düsüyor cogu sey gibi
herseyin önce bir zaman asimina ugramasi gerek unutmak icin
ZAMANa da güvenmiyorum artik
en unuttugun anda haylaz bir cocuk gibi nanik yapabiliyor su ahmak ZAMAN
ZAMANa karsi ne denli bicareyiz
aktiv bir iliskinin olmasi zaman ile, imkansiz
PASSIFlik herseyi zamanin eline birakmak
otur ve bekle isin yoksa
begenmedim

adini adimla bir cümlede kullanamadigim biri vardi bir zamanlar
O umutsuz bir vakaydi
unuttum onu sonunda cünkü umutsuzduk biz ikimiz
umudum varken o yoktu
simdi unuttum
ne o var ne de ondan yana umudum




Donnerstag, 11. März 2010

sehirler

INSAN bir sehri severse, o SEHIR de insani sever ve sürprizler cikarir kisinin yoluna
ben sevmistim o sehri zaten O'ndan önce de, simdi O sehir de beni seviyor
ben ise O sehri simdi daha cok seviyorum
artik BAHAR gelebilir!!
bütün hazirliklarimi yaptim
agirliklarimdan kurtuldum
arindim, aklandim
hazirim
BAHAR gel artik...

Sonntag, 7. März 2010

kedi resimli top

bir kadin ne ister, ne bekler diye düsünüyorum
sevgi demeyin Allah askina, sevgi gibi her gönüle gecerli bir sözcük yetersiz kaliyor anlatmaya
hem kacmak istiyorum, hem kovalamak, hem de kovalanmak, bir de bunlarin hepsini ayni kisiyle yasayarak... bir oyun istiyorum, hem kacak oldugum, hem kaciran, sonra yakalamaya calisan ve yakaladiktan sonra tekrar kacan... neyim ben, bir CANAVARMI!
bu hallerimin sebebi O ise, O'ndan nefret ediyorum!!!
simdi mutlu mesut, sevginin müsrüflügünde seri serpile ciceklenmek dururken solugumu blogumda aldim...
nedir bu, bir cesit kacismi yine?
ah "car cur edilen" heyecanlar... sevgili böcügün agziyla :)
bir oyun hatirladim bakin simdi...
cocukken mahalle arkadasim bana verilen yeni topu (üzerinde minik kedi resimleri vardi) benden zorla almisti, sonra defalarca bana topu uzatir gibi yapip tekrar cekmisti, cok kovalamistim onu, sonra umudum kesilmisti, agladigimi gören mahalle arkadasim topu bana geri getirmisti... tahmin edin ben o anda ne yapmistim... topa sert bir tekme vurmustum ve bir daha da almamistim... gönlüm gecmisti...
simdi adina halk dilinde sevgi denen o top var yine önümde, ardindan zamaninda coook kostugum, cok kovaladigim o cocuklugumun kedi resimli topu...
öylece duruyor ayagimin dibinde...
ben ise ayni umarsizlikla bakiyorum ona...
öyle de güzel bir top ki bu seferki...
al beni diyor kucagina
ruhsuzmuyum ben artik
dokunamiyorum...

Sonntag, 28. Februar 2010

KISIR

kazananilan hersey birsey kaybettiriyor
herseyi kazanamiyor insan
ama herseyi kaybedebiliyor
ne acimasiz bir denklem su hayat bazen
veriyor alacagini bile bile
ne yüzsüz ki istiyor güle oynaya eline biraktigini
sonra küsünce haylaz bir cocuk gibi, geri istiyor sevinclerini, sürprizlerini
kala kaliyorsun en dogal halinle
ya bizim hayata verdiklerimiz
onlari nasil alacagiz ayni hayattan






Dienstag, 23. Februar 2010

yine

bir gün daha gecti
bir gün daha böyle
bugünün dünden farki ne
yine kus tüyü yastiklarda, diken diken
yine elimden düsmeyen sigaram, hic sönmeyen
yine ben varim
yine O yok
yok

Montag, 22. Februar 2010

x2 mi yoksa /2 mi

ne güzel bir gündü bu böyle, bir pazar gününe yakisan her seyi yaptim diyebilirim
evimi toparladim, camasirlarimi yikadim, ütüledim, bir film izledim, biraz kitab okudum, aksam bir sarab icmeye ciktim Özlemle... bekar bir pazar...
simdi düsünüyorum da, eger single olmasaydim nasil gecerdi bu gün, ne gibi katkilari olurdu o ulasilmasi zor kisinin? ya da ne gibi götürüleri? ayagimin altinda dolasip beni ugraslarimdan alikoyarmiydi, yoksa sirinlikler yaparak mi beni yapilmasi gerekenlerden vazgecirirdi?
tembellige mi sürüklerdi beni varligiyla? yoksa planlarina tutkusundan kosturmacaya mi iterdi beni?
bu sorular var su an kafamda, bu güzel gün o kisinin varligi ile ikiye mi katlanirdi, yariya mi bölünürdü...
bu ev cok bakire
bunu degistirme zamani...
bu yazdan cok ümitliyim :)

Freitag, 19. Februar 2010

Terziydi Annem


elektirikli olaninda alamamisti o zamanlar
cünkü aza kanaat ettigimiz zamanlardi onlar
ayakli bir dikis makinesinde kazanirken ekmek parasini gün be gün
bana ne hos gelirdi cikardigi tikirtilar
aglarmis annem o zamanlar ama benim cocuk kafam algilayamamisti
makinenin cikardigi seslerin hickiriklari bastirdigini

terziydi annem
köy terzisi

gece calisirdi kücük ve soguk odada
ninemi, dedemi, o zamanlar ilk askini yasayan dayimi ve beni rahatsiz etmemek icin emek tikirtilariyla
iyi terziydi annem
köy terzisi

sifonlar, ipekler degerdi yorgun ellerine annemin
üzerinde basma entarisiyle dikis dikerken
ama ipek gibiydi annem
eli, yüzü ipek
yüregi ipek
entarisi basmaydi
ama has ipekti annem

kücük köyün dul terzisiydi annem
benim icin sadece annemdi ve bilemiyordum o zamanlar dul kelimesinin anlamini
ve anlayamiyordum anneme neden bu adi taktiklarini
anlamiyordu cocuk kafam annemin hüznünü, feryadini susarken
susardi annem, gerekmedikce konusmazdi da
kelimelerini biriktirirmis meger
oysa konusmaktan hoslanmiyor sanirdim ona bakarken

cirkin ve bazen sisman kadinlar gelirdi dikis icin
ve cekilen emegin aksine hic mi hic yakismazdi cirkin kadinlara annemin diktikleri
"ama bu istedigim gibi olmamis, iyi dikememissin" dediginde o kadinlardan biri anneme
arada kacamak bir gülüs atardi bana annem somyanin kenarinda otururken
ve cocuk kafamla bile anlardim kusurun emekte degilde kadinlarin obez ve bicimsiz vücutlarinda oldugunu
susardik annemle
ama gözlerimiz kahkahalar atardi gizliden

ben cocuktum o zamanlar
simdi annemin sayisini bilmedigim kadar cok dikis makinesi var,
elektrikli olanlarindan
ama bunlarin sesleri bi garip, tikirdamiyorlar
cok sevinecek yarin ona bir eskiciden bulup aldigim antika ayakli disik makinesini hediye ettigimde

ipek gibiydi annem
alli, morlu
ve masallar anlatirdi bana gizli bahcelerden
beraber uyurken kalp atislarini dinlerdim annemin
bir nefes araligi digerinden daha uzun sürdüyse,
avucunun icinde tuttugu kücük elimi kimildatirdim
daha siki sarilirdi o zaman bana annem

terziydi annem
köy terzisi

Matematiksel Anlamimiz

Senmisin celiskili, 2lemli
Yoksa benmiyim 0 olan
2mizin toplami 5 para etmiyordu zaten
Hic 2miz oldukmu bilmiyorum
0dan fazlasini olamadik
Ya sen 1din ben 0
Ya ben 1 sen 0
Yada 2mizde 0dik
2mizin ne toplami nede carpimi 1 etti
Ne 1beden olabildik, nede 1fikir
Topladim, carptim, böldüm
Seni benden, beni senden cikardim
Eksildikama ben zaten eksikdim
Battik ca battik
0 hangimiz isek ne toplanilir, nede carpiliriz
Ne 1, ne 2, nede 1+ 1 = 3 oluruz
Ben 1e raziyken sen 0 olmadin 1imiz icin
1 olmanin yükünü göze almistim
Hatta sen 1 olsaydin ben eksiltebilirdim kendimi
Beraber 1 olalim diye
Matematiksel bir anlamimiz bile olmuyor görüyorsun
Sen neysen o kal, ben artik kendimi dogal sayilarla toplamak istiyorum

-Bana Yolculuklar-

Bu gün bir yolculuga cikalim seninle
Bana dogru, en iyi bildigim yol bu
Gezinmek istermisin bahcelerim de
Susayinca, icersin ruhum dan dolu dolu

Daglarima cikmaya solugun yeter mi bilmem
Yorulursan dinlenirsin lavanta tarlalarim da
Hava bozarsa, gögüm kararirsa aniden
Sariliriz zeytin agaclarimin altinda

Umudumun ormani, bak ucurumumun arkasinda
Incitmeden basabileceksen ayagini topragima
Ve, üzerine basmadan gecebileceksen son yapragina öksüz yoncalarimin
Sana da bir fidan adarim, yetismemis olanlarin yaninda

Kavsaklarima cikmayalim, sehrim karanlik
Sokaklarim dardir, gecemeyebilirsin
Yikik evlerimin önünden gecerken, bir anda
Ürküp, digerleri gibi, geri dönebilirsin

Düz yollarin avaresiysen sen de
Cikmaz sokaklarim da kaybolabilirsin

Denizi mi görmeden tepenin ardinda
Yorulup ben den vazgecebilirsin...

Donnerstag, 18. Februar 2010

yilin ilk pembe gün batimi


bugün aylardan sonra yine gökyüzü kendini pembelere bürüdü
GÜNES cikti bir ara ve ben elimde bir sigara günese selam verdim
nerelerdeydin dedim, ne kadar özlettin kendini, neden hic ugramadin, oysa arayi acmayalim demistim ona, GÜNEse
bir sigara süresi yani benim tiryakilik derecemde (ha bir de is yerinde oldugumdan icinde bulundugum zaman baskisini faktörünü de hesaba kattigimda) 3 dakika kisa geldi, bir sigara daha yaktim...
CEMRE mi düstü acaba topraga...
CEMRE, ne hos bir sözcük, cocukken merak ederdim Cemreyi... EMRE adini animsattigindanmidir bilmem ama CEMRE yi bir oglan cocugu sanmistim yillarca :) ve icten ice endiselenirdim, düstügünde bir yerini kirmismidir diye oglan cocugu CEMRE...
CEMRE, mavi gözlü, sarisin oglan cocugu, sarisin cünkü altin sarisi saclari GÜNESti onun, o düserdi ama bahar gelirdi, onun cani yanardi ama ben isinirdim...
"Oglum olursa adini..." diye baslayan cümleler kurmayi sevmem AMA :)))) oglum olursa bir gün ki, KADER kismet acisindan sansim pek yaver gitmesede, biyolojik acidan yumurtalarim gayet saglikli(ymis, dokturumun yalancisiyim), adini CEMRE bile koyabilirim :)))
son cümle karisti biraz, ama hayali bile güzel CEMREnin...
hayalimde ki CEMREye benzeyen oglan cocugu ise, bir cok evin duvarinda asili duran, insanin baktiginda icini parcalayan, ve hep aglayan bir de ismi de zaten "aglayan cocuk" olan talihsiz cocuktur, sol yukarida göründügü gibi
bu tablonun duvarlarda asili durmasina anlam veremezken bir bakmisim benim blogumda... büyük konusmamak gerek dimi ama :))

yesilcam agziyla "CEMREEEE Nogluuuummm" der ve cikarim!

Dienstag, 16. Februar 2010

ÖLÜM

ölmek mi zor
öldügünü bilmek mi
öleni özlemek mi zor
ardinda kalanlari gözlemek mi

öyle de zor
böyle de zor

ölüm zor be
her haliyle zor

ölen ol
öleni seven ol
ölmeyen, kalan ol

ölüm zor!

Freitag, 12. Februar 2010

O AN

O an gelir
Ve ceker yalnizlik perdelerini gecelerime
Umudun isigi sizamaz olur icerilere
Ne gücüm vardir karsi koyacak, ne de takatim silkinmeye
Sebebini anladigim takintilarimla basbasa
Ve artik severek garip yanlarimi
Otururum en tenha kösesinde hayatin
Iskenceden cikmis yüregim vardir titrek elimde
Sorgum coktan bitmistir ama sorularim vardir hala ceplerimde
Cevap verememisimdir kirik kalbime
O an gelir
O an her gece
Ve ben gitmek isterim

Dienstag, 9. Februar 2010

kabullenmek

kabul etmek ne zor seydir
hele de kabullenmemek icin caba sarfedilmisse, ve yine de yenik düsülmüsse
elden gelen yapilmis ama degistirmeye güc yetmemisse
sessizce kabul etmek vardir ki, o en üzücüsü,
cünkü yenilgi artik gerceklik olmus ve icindeki rebel de susmustur artik
yakmiyor, yikmiyorsundur ortaligi, kabullenmek istemeyen diger yanin da artik kabullenmeye baslamistir
kabullenememek ise, eger yenilgi kacinilmaz olmussa,
kabullenmekten önceki kavrayamama dönemidir, saskinliktir,
akil almak istemez gördügünü, göz inanmak istemez, bir yalan olsun der insan icten ice
bir kabus olsun bunlar, uyanayim diger gercege...
zordur kabullenmek

Montag, 8. Februar 2010

yazmak istedigim kelimeler henüz dogmamis gibi
sanki yetersiz kalacak mevcut olanlar
mutluluk la mutsuzluk yetersiz kaliyor anlatmaya, bu ikisinin öyle ara tonlari, öyle minörleri majörleri var ki, integralleri, türevleri, limitleri ve sinirsizliklari
koydum boslugu bir pazar gününe ve limitini cikardim umudun...
oturdum simdi gauss'un cani-nin en tepesine ve izliyorum yukardan asagidaki zaman skalasinda ki normal-dagilimli kafalari
ya ben cok yüksekteyim, ya da onlar cok düzlükte
herneyse migdem bulaniyor yine
dagittim galiba kendimi
ortaladim, ortalandim ama hala ortasini bulamadim