Sonntag, 28. Juli 2013

.

huzur EGOnun ölü topragindan filizlenir.

öldür Onu.

Freitag, 26. Juli 2013

benden önce, benden sonra

tek ögrendigim su gecen senede, birtek ben varim. beni benden daha cok seven yok, bana benden iyi bakan da. beni ben yapan yine benim. insanlar geliyor, gidiyorlar, kaliyorlar bazen, yine gidiyorlar. daim olan tek benim. 

sezgilerin kuvvetli olmasi zaman zaman rahatsiz edici oluyor. hemen hissediyorsun. bilmek istemedigin kadar cok sey görüyorsun. duymak istemedigin kadar cok sey fisildiyor kulagina bakislar. 

büyük bir temizlik zamani simdi. nefesim kadar önemli degil kimse, ne de kendimi feda edebilecek kadar vefali. bunu simdi anlamis olmam iyi. simdi baska bir dönem basliyor. bu ana kadar benden öncey di. benden baska hersey daha önemliydi, insanlar ve istekleri, dertleri tasalari hep önce gelirdi. vere vere bir baktim kalmamis. Simdi ki zamanin adi ise benden sonra. yani önce ben. sonra digerleri, bu kim olursa olsun.

cesaretime ve ne kadar acik ve net ve dürüst olabildigime sasirmadim degil. hem baskalarina, hem de kendime. gizli isler pesinde olmamam simdi bazi eksik kafalar tarafindan 'arkadan vurmak' diye adlandirilsa da, bunlar beni, pek akillica gelmedigi icin bana, pek tinlamiyor. sadece zeki kafalarin düsüncelerine önem verisim de bir tür kibir olarak algilansa da, amaaaaaan neyse anlatmak zor.

bu sene baska, hayat 30dan sonra baslar derler di de anlamazdim, 31den sonra olacaklari merakla bekliyorum.

haydi hayat, simdi sana en yakin noktadayim

Samstag, 15. Dezember 2012

Yeni

Yeni evimin anahtarlarini aldim bu sabah. 
Sonra her odada uzun uzun durdum. 
Bos duvarlara baktim. 
Ayak izlerinin olmadigi parkeye. 
Bir sigara yaktim sonra. 
Yeni bir sayfa acmanin ne demek oldugunu ilk defa bu kadar iyi anladim. 
Simdi hayatla doldurmak gerek bos odalari. 
Kahkahalar sürmek duvarlara. 
Yerlere dans eden ayaklarin izlerini sermek. 
Mutfaga sevgi ile yapilmis yemeklerin kokularini sindirmek gerek. 
Sevdiklerimin parmak izlerini sürmek gerek kapi kollarina.
Melodiler serpmek oraya buraya.

Yasamak gerek simdi.
 

Sonntag, 2. Dezember 2012

üc gün

birseylerle ugrasmadigim her an ucurumun kenarinda buluyorum kendimi. atlasammi düsüncelerin derinlerine, izin versemmi söylenmis (ve geri alinmis) sözlerini icten icten yadetmelere. düsmek istemedigim icin her an ugrasacak biseyler üretiyorum. hava soguk ama buna ragmen disardaydim son iki gündür. cuma aksami kitab evine gittim mesela. tasarim kitaplari aldim yanima ve dörtgen okuma köselerinin birine sigdirdim kendimi iki kisi arasina. herkesin elinde baska bir genre den kitap / dergi / ansiklopedi vardi. herkes baska seylerin pesinde. benim su aralar tek okuyabildigim sey ise dekorasyon kitaplari.
iki hafta sonra yeni dünyamin anahtarlarini teslim alacagim. 4 hafta oldu (sen) gideli. eger gitmeseydin seninle bekleyecektik bu iki haftanin gecmesini. heyecanlanacaktik belki de. belki bütün esyalarimizi secmis olacaktik, belki belki belki. duvarlarin renkleri hakkinda hala kararsizim, tek bildigim pastel aqua renkleri olacagi, ruhu oksayan. oksanmaya ihtiyaci var hem ruhumun, hem de saclarimin. saclarimi kestirecegim. belki de beni ilk kisa saclarimla gördügünde benden ayrildigin icin üzülmeyeceksin, cünkü sac kestirme ayrilma sebeplerin arasindaydi. ama sen saclarimin son yillar da en uzun oldugu bir zamanda terk ettin beni.
dekorasyon dergilerinin birinin adi "eskici Chique"di. eski pazarlarindan, antikacilardan alinip degerlendirilmis esyalarla dösenmis evler. cok etkileyiciydi, cok etkilendim. eski birseyleri kesfetmenin, alip degerlendirmenin, yeni bir boya atmanin ahsaplarin üzerine ya da yeni bir döseme yaptirmanin eski bir chippendale koltuga, bütün yasanmis yillarini / hikayelerini bir esyanin alip evine götürmenin zevki. o kadar hosuma gitti ki bu fikir cumartesi eski pazarina gitmeye karar verdim. dur daha cumayi bitirmedim.
cuma aksami kitapcidan cikip noel pazarina gittim, geleneksel ve senede sadece bir defa yedigim o harika sosislerden yedim. sonra kendime kurabiye aldim. sinemaya gittim ardindan, bir fransiz filmi izledim. seninle ilk defa gittigimiz o Cinema varya iste, oradaydim. ne garipti, film secemeyip s.x hastasi olan birinin dramatik yasam öyküsünü anlatan bir filme girmistik. sen ve ben, ilk defa sinemada, daha bedenlerimiz birbirine hic yaklasmamisken, biz doksan dakika boyunca doyumsuz s.x sahnelerinin gectigi bir filmi izlemistik. gülüyorum simdi o günü düsündükce. ardindan bir barda soluklanip öpüsmüstük ilk defa. ben whiskey sour icmistim. 4 tane, sarhos olmustum. kendini bana birak demistim, birakmistim. simdi yerde yatiyorum, heryerim kirik.
film cok güzel di, cok güldüm, cok düsündüm. eve geldigimde yeni aldigim kitaba basladim. The great Gatsby. Usul usul uykuya dalmisim. son cümleyi ücüncü kez tekrarlayip hala anlamadigimi fark edince uyuma vakti geldigini anliyorum. ve daha bir cok seyi anliyorum ama... bir seni anlayamiyorum sevgilim.
cumartesi erkenden sporumu yaptim ve pazara gittim. elli altmis sene öncesinde cekilmis bir fotograf buldum; kizlardan olusan bir okul sinifinin okul bahcesinde cektirmis olduklari siyah beyaz bir fotograf. aldim. sonra türk bi standciyla tanistim. üc tekli koltuk ve iki narcicegi renginde eski kadife perdeyi kaptim. biraz sohbet ettik sonra Orhan la. ölen kisilerin evlerini bosaltiyorlarmis, asil isleri buymus, kimsesiz olan ve ölenlerin. ne aci degilmi tatlim. bir cok insan yalniz ölüyor, ne korkunc! naas morga tasindiktan sonra is bizim türk aileye düsüyormus. bazen para altin gibi degerli seyler de cikiyormus evlerden. bazen ise mektuplar. mektuplari ve günlükleri de bir sonra ki sefer pazara getirmelerini rica ettim. atiyorlarmis. evden cikan esyalari ise pazar da satiyorlarmis. degerli parcalardan anlayacak kadar entellektüel olmasalar bile portföyleri hic fena degildi. 3 koltuk ve 6 metre kadifeye komik bir rakam verdikten sonra yeni "eski" esyalarimin sigacagi bir taxi arayisina ciktim. yarim saat sifir derecede bekledikten sonra hayat kurtaran yine bir türk taxici oldu. almanlar arka koltuga esya almiyorlarmis. bizim pratik türkler de var ne varsa.
esyalari eve birakirken iki rus tasimaya yardim ettiler, ikisi de yeniydiler burada, tek kelime almanca bilmiyorlardi. rusmusun dedim ve aldigim cevap daaa ve enerjik hareketlerle asagi yukari sallanan bir kafa oldu.
asil sinav simdi basliyordu benim icin. seninle gidip esya begendigimiz mobilya evine gitmek, orada aglamamak, gayet uslu bir bicimde esya bakmak, düsünmemek, ucurumdan atlamamak.
önce yataklarin bulundugu kisma gittim, hersey cok pahaliydi. bir yatak disinda. bu bir tesadüfmüydü bilemiyorum. seninle begendigimiz yatagin yanindan gectim, bakmadan. her yatagi inceledim, bir tek ona bakmadim. indirim de olan yatak varmi diye sordum elemana. var dedi. hagisi dedim. beni o yatagin yanina götürdü. indirime girmis hayallerim sevgilim. ucuzlamisiz. baktim. beni nasil belimden cekip yataga atmistin, asiktik biz. ve daha alti hafta önceydi. istedigimiz daireyi bize verecekleri haberini almistik o sabah. cumartesiydi günlerden, sonbaharin son günesli günlerinden biriydi. koklasiyorduk biz ve telefon calmisti. emlakcinin civil civil sesinden anlamistim, bizim di o ev. artik bizimdi, ve artik hayallerin bir yüzü vardi. o evde olacakti. mutluluk o kapinin ardindaydi. ben ciglik atmistim. emlakci beni duymus ve gülmüstü. uzun uzun öpmüstüm seni. o gündü artik herseyin gercek olduguna inandigim. elin belimdeydi ilk defa gördügümüzde o yatagi, ben fiyatina bakip ürkmüstüm, yolumu baska bir yatagin bulundugu istikamete cevirmek isterken sen farkedip beni yataga cekmistin, öpüsmüstük. bunu istiyorsan, bu olacak demistin. inanmistim.

eleman bana bakiyordu hala.
begenmedinizmi?
hayir cok begendim
indirimde hem de
görüyorum
alacakmisiniz?
bilmiyorum
bence hic düsünmeyin...

onca hic düsünmeyecekmisim. bana neyi sundugunun farkinda olmayan eleman, bana kirilmis hayallerimi ucuza satmaya calisan bir eleman.
yatagin kenarina oturdum, tutamadim kendimi, yine agladim.
disari cikip bir sigara yaktim, aglama dedim, aglama yeter. oysa bir haftadir hic gözüm yasarmamisti.  yalan söylemiyorum inan bana.

eve gitmek istemiyordum. kitabciya gittim yine. cok sIk gidiyoum farkindayim ama bir cafeye, bara yalniz oturmak istemiyorum. tanidik birinin beni görüp, sana bir yerlerde yalniz oturdugumun haberini versinler istemiyorum. bu sehri dar ettin bana, ve bu deyimi de ilk defa kullandigimin farkina variyorum yazarken. eskiden kulagima arabesk gelirdi bu cümle. simdi anliyorum ne demek oldugunu.

geri zekali bir herif beni uzaktan kesip yanima oturmak icin raflardan eski Fransa revolusyonu kitaplarindan birini alip geldi. dibime oturdu. kitap o kazma icin Da Vincinin sifresi kadar karmasik. aptal biri belli. IQ su BMI sini gecmiyo, o kadar bos bakiyor gözleri. ve elinde o tarih kitabi, resim kitabina bakar gibi umarsizca sayfalari cevirip sondan basa, yan gözle beni kesiyor. elimde ki dekorasyon kitabinin onun da ilgisini cektigini yüzüme dogru sacmaladiktan sonra, nereden aldigimi soruyor. onu 3. kata yollayorum, cocuk kitaplarinin oldugu kisma. o aptalligiyla cocuk bölümünde oldugunu bile anlamaz, oyalanir, o arada yanima baska biri oturur diye de plan kuruyorum. bulamamis geldi, yanim hala bos. oturdu ve beni kesiyor. o an cok kizdim sana. neden beni bu duruma düsürdün. neden abuk sabuk bir herif beni kesiyor simdi. neden hic kimse sen degil, olamaz. neden izin veriyorsun bunlara. neden o an bir yerden cikip yanima gelmedin, beni öpüp o igrenc durumdan kurtarmadin beni. neden. son günlerde hep baska erkekler beni izliyorlar. öküz gibi bakiyorlar. nasil izin verirsin buna. neden yanimda degilsin.
kalkip baska yere oturdum, yine geldi beni buldu. sinirimi gizleyemedim. ne istiyorsun benden rahat birak beni diye bagirdim. herkes bana bakti. rezil oldum. oysa bi dolu kitapla beraber cikabilirdik o lanet olasi kitapcidan. neden böyle oldu. anlamak istiyorum.

sehirden eve yürüdüm, bir saate yakin yürümüsüm, vücudum uzun süre isinamadi. cok üsümüsüm. uykuya kactim.

bu sabah uyandigimda hissettim sokaklarin karla kapli oldugunu, pencereyi actim, kar kokusu. pijamanin üzerine ceketimi ve cizmelerimi giyip parka yürüdüm kahvem ve sigaram esliginde. karda ilk ben yürüdüm, henüz hic kimse ayak basmamisti bizim siteden. bir pazar günü saat 6:30 da kim sevgilisinin sicak kollarindan ayrilip parka gider ki. gicirtilarini dinledim adimlarimin. kahvemin dumani tütüyordu. iki tavsan gördüm, popolari beyaz olanlardan, ne cok var bizim parkda, hatirliyormusun. evimi toparladim. yoga yaptim. kahvalti ettim. camasir yikadim. küvete girdim, Melody Gardot dinledim yikanirken. isim bittiginde saat bir olmus ve kar erimeye baslamisti. bi film aradim, bulamadim. yemek yaptim. on kisilik yine. yarim kisilik yedim. saat hala üctü. bu gün gecmedi. agladim yine, aklima biseyler gelmis olmali. aklimi alsinlar istiyorum. hafizami sifirlamak. bildiklerimi unutmak. aklima gelme.

simdi saat hala sekizbucuk. kitap okuycam biraz. belki bir sigara daha icerim.
pazarlar hep böyle mi olacak.
biseyler bulmam lazim pazar günlerini atlatacak. belki yine matematik dersi vermeye baslarim Hannah'ya, cok isimiz olacagi icin bu okul yilini iptal etmistim hatirlarsan. cok üzülmüstü canim. umarim yeni birini bulmamislardir. ya da yine o Kiliseye mi gitsem, pazar günleri corba günü. mutfakta ise yararim. yemek yapmayi beni dinlendiriyor.

dört hafta gecti.

devami gececek

gececek degilmi?

Dienstag, 27. November 2012

.

terk edildikten sonra gelen devrelerin hangisindeyim bilemiyorum. sanki o ilk cümlendeyim hala, üzerinden 3 hafta gecmis olmasina ragmen. o ilk kelimeler, cekingen, dikkatli, o felaketin habercisi ilk cümle. iyimiyim bilmiyorum, sadece her dakika aglamiyorum o kadar. ama aklimin her kösesindesin, her an. durmaksizin.
gün gectikce eskiyoruz farkindamisin. her gün eskin olmak biraz daha gercek oluyor. benden bahsederken eski sevgilim mi diyorsun? öyle deme ne olur. ben de demiyorum, diyemiyorum. 'O' diyorum. eskime istiyorum.
bu aksam yine sogukta uzun uzun yürüdüm. sokaklar da seni mi ariyorum acaba kendime bile itiraf etmeden. belki. karsilasiriz. diye mi.
bu sehiri sevmiyorum artik. bu sehiri ilk seninle sevmistim. her kösesini gezmeseydik keske, her sokakta yürümeseydik, her vitrinin, her cafenin önünde öpmeseydin beni keske. elimi öyle hic birakmayacakmis gibi tutmasaydin bu sehrin sokaklarinda. simdi elim yumruk yürürken. elim bos.

cok üsüdüm bugün.

merak icindeyim, nasil geciyo bensiz günlerin. adimi öncelikler listenden silmekle amacladigin refaha kavustun mu? yalnizken hep yapmak istediklerini yapiyormusun simdi? uzun ve alengirli cümleler kuruyormusun baska kadinlara, onlar da benim gibi eriyorlar mi karsinda? kiskaniyorum seni baska bir kadin olmasa bile. seni yalnizligindan bile kiskaniyorum.

alismaya basladim ufaktan. senden mesaj almamaya, bana gün arasi beni özledigini söylemeyisine, aksam planlari yapmamamiza, eve gelmeyisine, kapiyi calmayisina, uyandigimda bana sariliyo olmayisina alistim. alismaktan korkuyorum. eskimekten de. özlemiyormusun beni? hic mi?

cok zayifladim senden sonra. icim de, disim da zayifladi.

yapmam gerekenleri yapiyorum. kendimi günlük hayatin sorumluluklarindan soyutlamadim, sadece seni cok özlüyorum.

sesini özledim, bana masal anlatmani. kulagimin arkasiyla ensem arasinda ki o kisa mesafe öksüz kaldi.
hic mi özlemedin?


Sonntag, 25. November 2012

PRIVAT

Bugün "Privat" isimli bir sergiye gittim, gördügüm en ilginc sergiydi diyebilirim. Adindan da belli oldugu gibi Özel olanlardan bahsediliyordu. Özel yazilar, özel anlar, özel video kayitlari, özel esyalar. Bazilari anonym, bazilari kisilerin isimleriyle sergilenmis özel anlar. Gecen yüzyilin ortalarinda basladi özel anlari dört duvarin disina tasimalar ve bu hareket yeni dünyanin hizli gelisen teknolojisiyle de devam etti.

Her ani akilli telefonlarin kameralariyla resmeden, bir sosyal sitenin "su an ne yapiyorsun" sorusuna cevap veren, insanlari trende otobüste uyurken resmeden, voyeurismi dibine kadar yasayan ve passiv olarak bile olsa baskalarinin ekledigi insanlarin utanc anlarini gösteren fotograflari / videolari kahkalarla veya zaman zaman tiksinerek bile olsa izleyen bir toplum olustu.

Sergiyi dolasirken zaman zaman gülümsedim, garipsedim ama en cok tiksindim. Benimle beraber sergide bulunan insanlar aklima ne kadar da "bu sergi göstermek icin var" dese de, kendimi izinsiz girdigim bir ev de gibi hissettim. Sanki her an biri gelip te "ne yapiyorsunuz burada, burasi benim özelim" diyecekmis gibi garip ve tedirgindim.

Resimler, günlükler, ani defterleri, ic camasirlari bir yana beni en cok gariplestiren bir ciftin gönüllü olarak cocuklarinin dogumunu iceren videoyu sergiye vermis olmalariydi. O kadar özel! Video sansürsüz dü. Kanli, sancili ve herseyden önce gercekti! Yanim da oturan yabancilar la beraber bir kadinin dogumunu izledik, ne garip bi sey. Bu izledigim bir belgesel degil di, bu gercek hayatti.

Bir an gözlerim karardi, basim döndü ve yere cöktüm. Kimse orali olmadi, beklemedim de zaten. Herkes o kadar dalmisti ki baska hayatlara yere oturdugumun bile farkinda degil di kimsecikler.
Video odasindan disari ciktigimda tanimadigim insanlarin özel hayatlarinin beni daralttigini hissettim. Hic bir resme bakmamaya gayret göstererek disari ciktim. Nefes aldim.

Taviseye edilecek kadar ilginc bir sergiydi fakat bana fazla geldi. Kim nasil yasiyor bilmek istemem.
Simdi kendi dört duvarimdayim. Bu his cok güzel.

Samstag, 24. November 2012

ve sonra

hangi söz teselli
hangi yer huzur verir simdi bana
yeni bir ev, badana, hep istedigin o koltuk
resimler, tablolar, yatak odasindan yesile cikan bir bahce kapisi
neye yarar söyle simdi

kestirdigim saclarim mi
aldigim yeni pabuclarim mi

güclü durmaya calismak
yüzüm almis yari yolda birakilmanin cehresini

kim, ne... nasil
nerede ne zaman tekrar gülecek yüzüm
ne zaman bir kiz cocugu gördügünde gülümseyebilecegim

demeseydin iyiydi 
böyle cok sevmeseydin iyiydi
en yükseklere kaldirip birakmasaydin hele
cok iyiydi.

dedi ki...

korkma! gencligini calip gitmeyecegim...

hayatim seninle güzel...

ilk defa uzun bir ömür diliyorum seninle uzun uzun yasamak icin...

gelecege seninle bakmak...